İç Mimarlık ve Çevre Tasarımı Bölümü Koleksiyonu
Bu koleksiyon için kalıcı URI
Güncel Gönderiler
Öğe Evaluation of Historical Urban Landscape in Defining Urban Identity: Example of Gallipoli(2023) Ada, Elvan[Abstract Not Available]Öğe Ekolojik Restorasyonda Bir Köprü : Yaban Hayatı Geçitleri(IV. International Rureal Areas and Ecology Congress Within The Framework of Sustainable Development, 2023) Ada, ElvanNüfusun artmasına bağlı olarak kentleşmenin hızlanması, uluslararası ticaret yollarına ihtiyaç duyulması gibi nedenler ile ulaşımı kolaylaştıran otoyolların yerküre üzerinde kapladığı alanlar her geçen gün artmaktadır. Ulaşım teknolojisinin gelişimi, insana büyük kolaylıklar sağlarken ekolojik dengenin devamlılığında sorunlara neden olabilmektedir. Kırsal peyzaj alanları üzerinde yapay izler olarak beliren otoyollar, peyzajın görsel algısını bölerken, yaban hayatı habitatlarını parçalayarak ekosistemin dengesini ve devamlılığını tehdit eden bir unsura dönüşmektedir. Yaban hayvanlarının güvenli geçişlerini sağlamak amacıyla tesis edilen geçitler ise gerek görsel gerekse işlevsel olarak kırsal peyzaj üzerindeki yırtılmayı yeniden diken birleştiriciler, bağlayıcı köprüler olarak tanımlanabilir. Araştırma, insanın kendi yaşamını kolaylaştırmak için doğada inşa ettiği bu yapay izlerin ekolojik etkilerini onarmak amacıyla tesis edilen yaban hayatı geçitleri üzerine odaklanmaktadır. Çalışma kapsamında öncelikle yaban hayatı geçitlerinin uluslararası literatürdeki yeri kavramsal olarak tartışılmış; otoyolların neden olduğu çevresel risk ve zararlar irdelenmiş; bu zararları indirgeyen ve önleyen bir çözüm olarak yaban hayatı geçitlerinin sağladığı faydalara değinilmiştir. Bu araştırmada, ekolojik restorasyonu sağlamada bir köprü olarak işlev yüklenen yaban hayatı geçitleri, insanın yaşam alanlarına müdahale ettiği yaban hayvanlarını anlamaya başladığının göstergesi olarak okunmuştur. Farklı ülkelerdeki örnekler planlama süreçleri ve tasarım kriterleri bağlamında karşılaştırmalardan faydalanılarak sunulmuş; ülkemizdeki örneklere referans oluşturmak amacıyla öneriler getirilmiştir.Öğe Saray Bahçelerinden Kent Parklarına Sınır ve Sınırsızlığın Değerlendirilmesi(2024) Ada, Elvanİnsanın çevresini tasarlama ve inşa etme becerisinin dününün ve bugününün incelenmesi, gelecekte yapılacak tasarım ve planlamaların ne şekilde kurgulanabileceği ile ilgili ipuçları barındırmaktadır. Bu bağlamda, insan ve doğanın ortak eserlerinden oluşan ve kültürel peyzaj alanları tanımı içerisinde yer alan saray bahçeleri ve kent içi parkların geçirdiği tarihsel sürecin değerlendirilmesi önem arz etmektedir. Avrupa’da Rönesans düşüncesi ile beraber insanın doğa üzerindeki hakimiyeti, bahçe tasarımlarında kendini göstermeye başlamıştır. 16. yüzyılın ikinci yarısına doğru bahçeler, içinde yaşanacak bir mekân olmaktan çok lüks ve gösterişe yönelen alanlar olarak gelişmeye başlamış, monarşinin mutlak gücünün temsili bahçelerde yansımalarını bulmuştur. Avrupa’da bahçe mimarisi İtalya’daki Rönesans Bahçelerinden ilham alarak gelişmiş; 17. yüzyılda Fransız “Büyük Stiline “evrilerek sonraki yüzyılda, natüralistik peyzaj stiliyle doğal unsurların hâkim olduğu bir bahçe anlayışına dönüşmüştür. İmparatorlukların yıkılmaya başladığı, 19. yüzyılın Avrupası’nda, Endüstri Devrimini takiben sanatçı ve felsefecilerin söylemlerinden ilham alan kent parkları, kamusal buluşma mekanları olarak inşa edilmeye başlanmıştır. Osmanlı İmparatorluğu sınırlarında ise Avrupa’daki bahçe sanatı anlayışına benzer bir yaklaşım ancak 18. yüzyılda görülmeye başlamıştır. Çalışmada, 16. yüzyılda Avrupa’da ve 18. yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu’nda hanedan ve yakınlarının kullanımı için inşa edilmeye başlanan saray bahçelerinin siyasal, sosyal ve kültürel dinamiklerin etkisi ile günümüze dek geçirdiği değişim süreci ele alınmıştır. Bu kapsamda, Avrupa’dan Luxemburg Bahçeleri, Osmanlı İmparatorluğu Döneminden ise Yıldız Sarayı Bahçeleri örnek olarak seçilmiş ve incelenmiştir. Seçilen bahçe ve parklar ile ilgili, inşa edildiği dönem ile günümüzdeki kullanım koşulları, işlevleri ve tasarım dili çerçevesinde arşiv araştırması yapılmış; elde edilen veriler, yerinde gözlem sonucu değerlendirilmiştir. Araştırmada, hanedanın kullandığı ve mutlak gücün simgesi olarak inşa edilen saray bahçelerinin, aynı zamanda dönemin kültürleşme sürecinin de somut örneklerini oluşturduğuna yönelik bilgilere ulaşılmıştır. Yüzyıllarca, halk ve hanedan arasında sınır teşkil eden bahçe duvarları yerini halkın geçişine imkân veren açık kapılara bırakmış, halkın rekreatif ihtiyaçlarını karşılayan kent içi parklar tesis edilmiştir. Bu hususlara yönelik elde edilen bilgiler ışığında, sınır ve sınırsız kavramlarının simgesel anlamının tartışıldığı bir yaklaşım sunulmuştur.Öğe Transformations of Public Space, Architecture and the Visual Arts in Late Modern Istanbul 1950–80(2021) Akpınar, İpek; Güngören, Ela; Mårtelius, Johan; Olsson, GertrudIn the decades following the Second World War, the urban transformation of Istanbul was more radical than in most cosmopolitan cities, comprising all levels from large scale planning to architectural details. While rational traffic solutions, housing and building construction were the targets of urban transformation, some more sustainable solutions were found in the renewal of streetscape and other forms of public space. On the one hand the city possessed a rich, globally famous heritage, on the other hand there was the wish to maintain, or retrieve, its position at the forefront of development. Within this framework, a two-day international seminar was held at SRII, The Swedish Research Institute in Istanbul, on November 29 –30, 2016, one day with oral presentations and one day for study visits to selected buildings in relation to paper contributions. The seminar explored aspects of transforming the architectural structure of Istanbul during three decisive decades, 1950–1980, with a certain regard for the values most often neglected in late modern urban transformation, those concerning the cultural relevance of public space. The publication brings together a selection of recent doctoral and post-doctoral works as well as international research projects based on archival research and discursive reading, offering a reading on the period from the 1950s to the 1980s in Istanbul. In the light of social, economic, political and cultural data, the publication intends to tell the story of urban, architectural and cultural transformation processes of the three decades and tell imaginations, representations and executions of the physicalisation as well as the rapid growth of Istanbul. The book is not a depiction of the urban planning of the city: it gives the opportunity of re-thinking about the processes, the architects, urban designers, the artists and the people of Istanbul, and their visions of the city. In this regard, the new readings unveil dichotomies, conflicts, but also dynamics and potentials of Istanbul that let us speculate on its future. Having envisaged the transformation of Istanbul from the urban, architectural and artistic scope, these works give new feedback for a broader understanding of the city of Istanbul in general.Öğe Kültür ve mekan araştırmaları(Nobel, 2022) Turgay, Orkunt; Demir, Tahsin; Yücetürk, Merve; Dündar, Alper; Ada, Elvan; Doğan, Tane; Öztürk, Sezer Volkan; Günay Aksoy, Şennur; Yön, Belma; Kaptan, Merve; Sıcakkan Özerden, Selin; Erol, Volkan; İbiş, SalimTabiatın yarattığı tüm unsurlara karşılık, insanın, toplumların kendileri için yararlı bir hedefe ulaşma yolunda yarattığı her şey, gösterdikleri çaba ve bu çabaların sonucunda ürettiklerinin evrensel adı kültür olarak tanımlanmıştır. İçinde bulunulan toplumsal koşullar ve düzen ile yeniden üretilmekte olan kültür kavramı; belirli ve/veya genel bir yaşam tarzını gösteren antropolojik ve sosyolojik anlamının yanı sıra sanatsal, düşünsel faaliyetleri de kapsayan geniş "ilişkiler örüntüsü" olarak yaşanmakta ve öğrenilmektedir. Dolayısıyla kültür kavramına yönelik terim dizinindeki çeşitliliğin nedeni, kavramın sadece bilimsel değil aynı zamanda toplumsal ve tarihsel derinliğe sahip oluşuyla da açıklanmaktadır.Öğe Biyofilik tasarımın peyzaj tasarımı ve iç mekan tasarımı bağlamında değerlendirilmesi(Livre De Lyon, 2021) Ada, ElvanKentler, nüfus artışına bağlı olarak hızlı bir yapılaşmanın olduğu kentsel dönüşümler yaşamaktadır. Bu geçiş içinde, kentlilerin doğa ile ilişkisinin yeniden tanımlanması önem arz etmektedir. Açık ve yeşil alanların artan yapı stokunun tehdidi ile azaldığı günümüzde, yeşil alanları yapılarla bütünleşik şekilde tasarlayan yaklaşımlara ihtiyaç duyulmaktadır. Bu bağlamda biyofilik tasarım, iç mekân ile dış mekân bağlantısında ve insan ile doğal çevresi arasında, sürekli ilişkiler kurulmasını sağlayan bir tasarım anlayışı olarak karşımıza çıkmaktadır. Yapılan araştırmada, biyofilik tasarım ilkeleri, peyzaj tasarımı ve iç mekân tasarımı bağlamında değerlendirilmiş ve tasarım örneklerine yer verilmiştir. Çalışma, bitkiler, renk öğesi, hava ve su öğesi, gün ışığı, doğal malzemeler ile vistadan oluşan çevre bileşenleri ile sınırlı tutulmuştur. Bitkisel ve yapısal peyzaj öğeleri olan, bitki materyali ve yeşil cepheler ile, doğal malzemeler ve vistanın, doğanın iç mekânlara dahil edilmesinde, doğrudan rolü olduğu ile ilgili örneklere rastlanmıştır. Bu öğelerden bitkilerin, yeşil cephelerin ve doğal malzemelerin, peyzaj ve iç mekân arasında hem görsel hem dokunsal bir bağ kurduğu sonucuna varılmıştır. Bu etkileri nedeniyle, doğayı doğrudan iç mekânlara getiren ve biyofilik tasarım yaklaşımını destekleyen öğeler olarak peyzaj ve iç mekân tasarımının arakesitinde yer almaktadırlar. Bitkiler ve yeşil cepheler, biyoçeşitliliğe katkı sağlayan öğeler olarak, doğal malzemeler ise sürdürülebilirlik özellikleri nedeniyle, ekolojik dengenin korunması ve sağlanmasında önemli rol oynamaktadırlar. Biyofilik tasarım bilincinin topluma yayılması ve etkinleştirilmesi durumunda peyzaj tasarımları ile bütünleştirilmiş iç mekân tasarımları, doğa ile bütünleştirilmiş kentsel peyzaj alanlarının oluşmasına imkân sağlayacaktır. Bu yaklaşım, biyoçeşitliliğe sağlayacağı katkı ile ekolojik dengenin restorasyonunda ve korunmasında önemli bir araç olabileceği gibi, insanın özlemini duyduğu doğa deneyiminin yaşanabileceği mekânlar da sunacaktır.Öğe Su¨rdu¨ru¨lebilir ku¨ltu¨r: Cittaslow “Sinema sanatının go¨zu¨nden Seferihisar’ın sakin s¸ehir olma su¨reci"(Paradigma Akademi Yayınları, 2022) Doğan, Taneİtalya’nın Roma şehrinde gastronomi yazarı olan Carlo Petrini tarafından Mc Dolands’ın İspanyol Merdivenleri’nde restoran açma girişimine bir tepki olarak 19861 yılında oluşan Slow Food hareketi, küreselleşmeye karşı bir başkaldırı olarak doğmuştur. Bu hareketin temel düşüncesini ise iyi, temiz ve adaletli yemek ilkeleri oluşturmakta bu sayede de yerel tatlar korunarak gelecek nesillere kültürel bir miras olarak aktarılmaktadır. Her ülkenin ve her kültürün kendi geleneksel yemekleri hatta sunum teknikleri olmasına rağmen neden insanların bu hızlı yemek yeme kültürüne bu kadar rağbet ettiği sorusu ise yeni bir düşünceyi harekete geçirmiş ve bunu sadece geleneksel yemeklerle sınırlandırmadan bütün bir kültürü korumanın ve onu gelecek nesillere aktarmanın yolları aranmıştır. Slow Food düşüncesinin bir devamı olan Cittaslow’u, Slow Food hareketinden ayırmak için ona yaşanılan çevrenin ve kültürün değerlerini koruma hareketi de denilebilir. Bu çalışmada, yaşanabilir şehirler yaratma hareketi olan Cittaslow, aslında nedir? Nasıl doğmuştur? Cittaslowlaşmanın kriterleri nelerdir? Bir toplum kendi kültürüne nasıl sahip çıkıp onu koruyabilir? sorularına cevaplar aranırken sonrasında ise bu hareketin Türkiye’ye olan yansımaları ve sinema sanatının gözünden bir Cittaslow şehri olan Seferihisar’ın evirilişi ele alınacaktır.Öğe Ankara Abidinpas¸a Semti örnegˆinde kentsel do¨nu¨s¸u¨m su¨reci ile degˆis¸en meka^n algısı ve Tu¨rk sinemasından go¨c¸ temasına bir bakıs¸(Paradigma Akademi Yayınları, 2022) Doğan, TaneII. Dünya savaşının hemen ardından özellikle üçüncü dünya ülkelerinde görülen ve İngilizce’de squatter towns ya da shanty towns olarak da bilinen gecekondu yerleşimleri kentsel büyümenin de önemli bir kısmını oluşturmaktadır. Kırsaldan büyük kentlere göçlerin sonucu olarak ortaya çıkan bu yerleşim alanları, kentleşme sürecinin de aslında başlangıcını oluşturmaktadır.1 Gelişen sanayileşme ve çoğalan iş imkânları ile büyük kentlere doğru artan göçler aynı zamanda bu kentlerde eşi benzeri görülmemiş bir oranda nüfusun da artmasına neden olmuştur. Savaş sonrası yerle bir olan şehirler nedeni ile dünya çapında ortaya çıkan konut sıkıntısı pek çok devleti bu konuyla ile ilgili çözüm arayışına yönlendirmiştir. 1980’li yıllara kadar konut üretimi ile ilgili sıkıntılar dünya genelinde yerel yönetimlerin destekleri ile çözümlenirken;2 Türkiye’deki konut probleminin üstesinden bu şekilde gelinememiş ve kente göç eden halk, gecekondu kanunun ardına sığınarak alternatif bir yapılaşma oluşturmaya başlamıştır. Bu yapılaşmalar da göç alan şehirlerin hem dokusunu hem de kültürünü olumsuz yönde etkilemiş ve bunun sonucunda ise sosyokültürel faktörler devreye girmiş; kent ve gecekondu halkı arasında kültürel çatışmalara neden olmuştur. Bu kültürel çatışmalar o günden bugüne kendini gerçek hayatta gösterdiği gibi beyaz perde de göstermiş ve zaten sosyokültürel bir çatışma içinde olan bu iki kitlenin birbirlerini hatta kendilerini daha yakından fark etmeleri sağlanarak; zaten bulunduğu mekânlara uyum sağlamakta zorlanan halkın ise ayrıştığı toplum tarafından daha da ötekileşmesine sebep olmuştur. Bu çalışma kentsel dönüşümün tanımı ve göç temasının sinemaya yansımalarının yanı sıra spesifik olarak Ankara Abidinpaşa semtindeki kentsel dönüşüm sürecine odaklanmıştır. Semtte yıllar içerisinde yapılan kentsel dönüşüm ile değişen konutları, mimari dili ve yaşam kültürünü anlayabilmek adına yapılan anket çalışması ile de konut değişikliği yapan bölge halkının değişen konutları arasındaki farklılıklar, eksiklikler ve gereklilikler saptanmaya çalışılarak gecekondularından apartman dairelerine taşınan bu halkın yaşadıkları mekânlarla olan ilişkisi değerlendirilmeye çalışılmıştır.Öğe Durağan zamandan duran zamana, İstanbul’da güncel sanatta saat kavramı(Gece Kitaplığı, 2020) Demirarslan, SibelBu makale öncelikle Tanzimat’tan bu yana İstanbul şehrine belirli bir kimlik veren nirengi noktalarından saat kulelerini mercek altına alarak, zaman kavramının geçirdiği dönüşümü tasarımsal endişeler üzerinden izlemeyi amaçlar. Bizans İmparatorluğundan günümüze sütunlardan başlayarak dikilitaşlar, çeşme düzenlemeleri ve nişantaşları şehrin kimliğini oluşturan izler olarak varlığını sürdürmüş, bulunduğu yere aidiyet kazandırmıştır. Kentli ise çocukluğundan itibaren bu nirengi noktalarını benimsemiş, onlara çeşitli anlamlar yüklemiş, kişisel rotalarını bu şehirsel izlere göre biçimlendirmiş ve anlamlandırmıştır. Anıtlar fiziki çevrenin elle tutulur, gözle görünür vesikaları olmanın ötesinde, belirli bir meydanın estetik değerini arttıran ve kentlinin aidiyet duygusunu perçinleyen birer unsur olarak varlığını sürdürür. Bu makalede İstanbul’da Tanzimat’tan günümüze anıt tasarımının ve zaman kavramının geçirmiş olduğu dönüşüm, Osmanlı dönemi saat kulelerinden başlayarak, 2002’de Nişantaşı etkinlikleri çerçevesinde İstanbul Yaya Sergileri I için tasarlanan iki eser üzerinden incelenecektir. Bu eserlerden biri ressam Gülçin Aksoy’un İsimsiz adlı yerleştirmesi, diğeri ise mimar Mehmet Konuralp ile ressam Serhat Kiraz’ın Zaman Taşı olarak adlandırdıkları ortak tasarımdır. Makalede Osmanlı kentinden ve özellikle de Tanzimat’tan başlayarak zamanın nasıl algılandığı, modernleşme ve modernlik kavramları üzerinden tartışmaya açılacaktır. Zamanın Mısırlılar’dan bu yana, Nil nehrinin taşmasına ve güneşin hareketlerine, mevsimsel dönüşümlere bağlı olarak ölçülebilir bir kavram olmaktan, soyut ve değişken bir kavrama dönüşümü, anıt ve enstalasyon tasarımı üzerinden adımlanacaktır. Bu süreçte İstanbul kentinin kamusal alan kullanımının dönüşümü, kamusal sanatın gelişimi üzerinden masaya yatırılacak ve modernlik projesinin nelere doğru evrildiği tartışmaya açılacaktır.