Beslenme ve Diyetetik Bölümü Koleksiyonu

Bu koleksiyon için kalıcı URI

Güncel Gönderiler

Listeleniyor 1 - 16 / 16
  • Öğe
    ?-1 Antitripsin Eksikliğinde Epigenetik ve Beslenme
    (2024) Özçalkap İçöz, Rümeysa; Büyükuslu, Nihal
    ?-1-proteinaz inhibitörü (PI) olarak da bilinen ?-1 antitripsin (AAT), dolaşımdaki en bol serin proteaz inhibitörüdür (serpin) ve serpin süper ailesinin prototipik üyesidir. AAT, tripsin yerine birincil olarak nötrofil elastazını (NE) inhibe eder. AAT kodlayan gen üzerinde de meydana gelen mutasyonlar sonucunda AAT eksikliği (AATD) meydana gelmektedir. AATD'li hastalar amfizem, Kronik obstrüktif akciğer hastalığı (KOAH), karaciğer yetmezliği ve daha az yaygın olarak sistemik anti-nötrofil sitoplazmik antikor (ANCA)- pozitif vaskülit ve nekrotizan pannikülite karşı hassastır. Tek nükleotid polimorfizmleri (TNP'ler), DNA metilasyonu, değiştirilmiş mikroRNA (miRNA) ekspresyonu ve SERPINA1 geni mRNA izoformları dahil olmak üzere çok sayıda epigenetik faktörün AATD'nin klinik görünümü üzerinde bilinen veya olası doğrudan etkileri vardır. Beslenme şekli epigenetik mekanizmaları etkilemektedir. Dolayısıyla AATD’ye bağlı gelişen solunum yolu ve karaciğer hastalıklarının progrozunu beslenme stratejileriyle değiştirmek mümkün olabilir.
  • Öğe
    Radyoterapi Alan Hastalarda Beslenme Bozuklukları ve Beslenme Bozukluklarına Yaklaşım
    (2024) Baş, Dilşat; Yürüt Çaloğlu, Vuslat
    Yetersiz beslenme kanser hastalarında sıklıkla görülmekte kanser hastalarındaki mortalitenin %10-20'sinden sorumlu tutulmaktadır. Radyoterapi kanser tedavisinde sıklıkla kullanılan tedavi yaklaşımlarından biridir. Radyoterapi uygulanan bölgeye göre radyoterapi sürecinde beslenme ile ilgili birçok yan etki bildirilmiştir. Yeterli beslenme, yan etki şiddetini kontrol eden ve tedavi toleransını arttıran önemli bir parametredir. Ayrıca bireyselleştirilmiş beslenme danışmanlığı ve/veya oral beslenme desteği tedavi sırasında beslenme sorunlarının çözümünde çok etkilidir. Bu sebeple erken dönemde beslenme durumunun değerlendirilmesi ve uygun beslenme danışmanlığı ve desteğinin başlatılması ve tedavi süreci boyunca uygun aralıklarla beslenme durumunun değerlendirilmesi ile bireysel beslenme planının güncellenmesi radyoterapi alan hastalarda beslenme bozukluklarının önlenmesi için temel yaklaşım olarak kabul edilir. Bu derlemede son bilimsel literatür ışığında radyoterapi alan hastalarda beslenme bozukluklarının önlenmesi ve tedavi yaklaşımı tartışılmıştır.
  • Öğe
    Assessment of health literacy and HPV knowledge among university students: An observational study
    (Medicine, 2024) Şenocak Taşçı, Elif; Baş, Dilşat; Kayak, Simge; Anik, Sema; Erözcan, Aleyna; Sönmez, Özlem
    Health literacy (HL) level is related to promotion of health, improved health behaviors, and early diagnosis of diseases, as well as the appropriate use of health services. Human papillomavirus (HPV) vaccination is the primary method of protection against cervical cancer and recommended for women aged 9 to 27. This study aims to assess the university students' knowledge about HPV and the association between HL and HPV vaccination. In this cross-sectional and descriptive study, an electronic survey was used. Demographic characteristics and anthropometric measurements of the participants were questioned. HPV Knowledge Scale (HPV-KS) and Turkish Health Literacy Scale (THLS-32) were used to evaluate HPV knowledge and HL. Statistical analyzes were performed with SPSS version 26. A total of 361 university students (74% women), aged 21.98 ± 4.72 years, were included in the study. About 52% of the participants were health sciences students. The total THLS-32 score was 34.68 ± 9.37 (95% CI = 33.71-35.65), and the total adequate/excellent HL level was 51%. The mean HPV-KS score of the participants was 10.28 ± 8.15 (95% CI = 9.44-11.12) of a possible 35. Health sciences students had higher rates of HPV awareness (78% vs 65%; P = .007). General HPV knowledge level was significantly better among women (P < .001), >20 years (P = .002), and those with a family history of cancer (P < .001) and significantly lower among students at prep or first year of school (P < .001). There was a weak, positive relation between THLS-32 and HPV-KS score (R = 0.136; P = .01). Participants with higher levels of HPV knowledge (P = .034) and total HPV-KS score (P = .025) were statistically significantly higher in students with adequate/excellent HL. Our results reveal that knowledge about HPV vaccination is closely related to HL levels. Educational interventions on HL may be considered to increase HPV vaccination rates.
  • Öğe
    Efficacy of the Mediterranean Diet Containing Different Macronutrients on Non-Alcoholic Fatty Liver Disease
    (2024) Uluçay Kestane, Vahibe; Baş, Murat
    This study aimed to investigate the effects of the typical Mediterranean diet (TMD), low-carbohydrate Mediterranean diet (LCMD), and low-fat Mediterranean diet (LFMD) on biochemical findings, fatty liver index (FLI), anthropometric measurements, and body composition in individuals with obesity with non-alcoholic fatty liver disease (NAFLD) and insulin resistance. This study included 63 participants with obesity with insulin resistance diagnosed with NAFLD by ultrasonography to investigate the effects of an 8-week energy-restricted TMD, LCMD, and LFMD on biochemical findings, FLI, fibrosis-4 index (FIB-4), anthropometric measurements, and body composition. Patients were randomized into three groups and were interviewed face-to-face every week. According to the food consumption records (baseline end), the difference in the amount of sucrose and total fat consumed in the TMD group; the difference in energy intake from sucrose, monounsaturated fatty acids, and oleic acid in the LCMD group; and the difference in energy intake from fiber, sucrose, monounsaturated and polyunsaturated fatty acids, and cholesterol in the LFMD group showed significant correlations with liver enzymes and FLI (p < 0.05). In conclusion, although it has a different macronutrient composition, the Mediterranean diet may positively affect biochemical parameters and FLI in individuals with NAFLD, albeit in different ways.
  • Öğe
    Hedonik Açlık Durumunun Besinlere Karşı Duyulan İstek ve Beslenme Alışkanlıkları ile İlişkisi
    (Düzce Üni·versi·tesi·, 2024) Özçalkap İçöz, Rümeysa; Sönmez, Aleyna; Atar, Aslıhan; Batar, Nazlı; Nas, Sevil
    Amaç: Bu çalışmada, üniversite öğrencilerinin besin alımlarının hedonik açlıkla olan ilişkisinin araştırılması amaçlanmıştır. Gereç ve Yöntemler: Kesitsel, tanımlayıcı tipte olan bu çalışma Şubat- Mayıs 2022 tarihleri arasında bir vakıf üniversitesinin sağlık bilimleri fakültesinde öğrenim gören gönüllü katılımcılar ile yürütülmüştür. Örneklem büyüklüğü G*Power 3.1.9.7 programı ile etki büyüklüğü 0,25 hata oranı 0,05 ve yüzde 95 güçle 197 kişi olarak belirlenmiştir. Çalışmanın örneklemini çalışmaya katılmayı kabul eden 199 öğrenci oluşturmuştur. Katılımcıların demografik bilgileri ve beslenme alışkanlıkları genel bilgi formu ile hedonik açlık durumu ise besin gücü ölçeği (BGÖ) ile çevrimiçi olarak sorgulanmıştır. Beslenme alışkanlıkları BGÖ puanı ile ilişkilendirilmiştir. Bulgular: Erkek cinsiyette kadın cinsiyetine göre BGÖ puanı daha yüksek bulunmuştur. (p<0,05). BKİ sınıflandırmasında da hafif şişman katılımcılarda BGÖ puanı daha yüksek bulunmuştur. (p<0,05). Yemek seçiminde bulunan katılımcıların BGÖ besine ulaşılabilirlik, besin mevcudiyeti, besin tadına bakılması düzeyleri yemek seçmeyenlere göre anlamlı derecede düşük bulunmuştur (p<0,05). Sonuç: Özellikle lezzetli besinlerin bulunduğu obezojenik ortamda hedonik açlığın obeziteye yol açacağını düşündürmektedir. Hedonik açlıkta cinsiyet farklılıkları ve BKİ ile BGÖ puanları arasında korelasyon gözlemlenmiştir. Ayrıca beslenme alışkanlıkları cinsiyet, BKİ ve hedonik açlığın ölçümünde kullanılan BGÖ puanları ile yakından ilişkili bulunmuştur. Bu alışkanlıkların saptanması obezite gibi beslenme alışkanlıkları ile ilişkili kronik hastalıkların önlenmesinde tedavi stratejisi olarak kullanılabilir.
  • Öğe
    Sağlıklı Beslenme Önerilerine Uygun Standart Yemek Tarifelerinin Geliştirilmesi: Tanımlayıcı Çalışma
    (2023) Sakar Schoınas, Ezgi; Akman, Mehmet
    Amaç: Toplumu oluşturan bireylerin sağlığının korunmasında, yetenek ve niteliklerinin geliştirilmesinde, refah düzeyinin artmasında yeterli ve dengeli beslenme en önemli temel unsurlardan birisi olarak kabul edilmektedir. Standart reçetelerdeki enerjiyi azaltmak, glisemik indeksi yüksek besinler yerine glisemik indeksi dü şük besinleri tercih etmek, doymuş yağ ve basit şeker miktarını azaltmak, omega-9 ve lif miktarını artırmak ve bunlara ek olarak uygun pi şirme tekniklerinin kullanılması gibi değişiklikler yapılarak standart tarifler hem sa ğlıklı hem de kronik rahatsızlıklara karşı koruyucu hâle getirilebilir. Bu ça- lışmada, kurumsal yemek sistemindeki menülerde s ıklıkla sunulan 30 standart yemek tarifi incelenmi ş ve her yemek için iki farkl ı standart tarif geliştirilmiştir. Standart tarifelerde yapılan değişiklikler ile yeme- ğin toplam enerji içeri ğinin azaltılması, yemeğin glisemik indeksinin ve glisemik yükünün düşürülmesi, doymuş yağ miktarının ve basit şe- kerin azaltılması, omega-9 miktarının ve posa içeriğinin artırılması, ye- meğin lezzetini ve kabul edilebilirli ğini yükselten uygun pi şirme yönteminin belirlenmesi gibi ilkelerin gerçekleştirilmesi hedeflenmiş- tir. Gereç ve Yöntemler: Otuz standart tarife ve her bir yemek için ge- liştirilen 2 farklı tarife olmak üzere toplam 90 tarifenin tadımı iki kez, gönüllü 10 panelist taraf ından yapılmıştır. Panelist puanlamalar ı so- nucu geliştirilen 30 standart reçeteden 25’i kabul edilmiştir. Bulgular: Et grupları ve makarnalarda sağlıklı beslenme ilkelerine göre yap ılan değişiklikler genel olarak kabul görmüş olup, diğer gruplarda özellikle tatlı grupları için yapılan değişikliklerin yeterli olmadığı ve daha farklı değişikliklerle kabul edilirlik puanlar ının yükseltilebileceği ve daha fazla çeşitte denemeler yapılarak geniş gruplarda çalışılması gerektiği düşünülmektedir. Sonuç: Bu çalışmadan elde edilen sonuçlar ın, ku- rumsal yemek hizmetlerinde öğünlerin besin değerinin hesaplanmasına olumlu katkı sağlayacağı ve kurumsal yemek hizmetlerinden yararlanan bireylerin standart reçetelerin geli ştirilmesinde ve sa ğlığa etkilerinde önemli rol oynayacağı öngörülmektedir.
  • Öğe
    Yeme Bağımlılığına Bağırsak Mikrobiyotası Üzerinden Bakış
    (2024) Erkul, Cahit; Sakar Schoınas, Ezgi
    Yeme davranışı, homeostatik ve hedonik düzenleyici mekanizmalar arasındaki denge ile karakterize edilir ve çevresel sinyallerden oldukça etkilenmektedir. Yeme davranışı genetik, yemeğin lezzeti ve çevre gibi içsel ve dışsal faktörlere bağlıdır. Bağırsak mikrobiyotası, konak fizyolojisine önemli bir çevresel katkıda bulunur ve beslenme davranışını etkiler. Ayrıca bağırsak mikrobiyotası vücutta çok sayıda işlevi yerine getirir: İştah ve tokluk kontrolü, nörotransmiter ve diğer metabolitlerin üretimi. Yeme bağımlılığı kavramı hakkında halen devam eden bir tartışma olmasına rağmen, çalışmalar yeme bağımlılığı davranışı olan hastaların, motive olmuş davranışın kontrolünde yer alan merkezi alanları etkileyerek, uyuşturucu bağımlılarının yaşadığı semptomlara benzer semptomlar gösterdiği konusunda hemfikirdir. Mikrobiyotanın “yeme bağımlılığı” ile ilişkili davranışları nasıl etkileyebileceğini yanıtlamak için az çalışma yapılmıştır. Bugüne kadar yapılan araştırmalar henüz tamamlanmamıştır ancak, artan sayıda kanıt mikrobiyota disbiyozunun yeme bağımlılığı gelişiminde nasıl rol oynadığını göstermektedir. Erken yaştaki etkiler, bebeğin bağırsak mikrobiyotasını ve beynini yeme bağımlılığı için hazırlayabilir; bu durum, yetişkinlik boyunca artan antibiyotik kullanımı ve beslenme alışkanlıklarıyla daha da güçlendirilebilir. Ucuz, oldukça lezzetli ve enerjisi yoğun yiyeceklerin her yerde bulunması ve pazarlanması, bu dengeyi hem merkezi (dopaminerjik sinyallemede bozulmalar) hem de bağırsaklarla ilgili mekanizmalar (vagal afferent fonksiyon, metabolik endotoksemi, bağırsak mikrobiyotasındaki değişiklikler) yoluyla hedonik yemeye doğru kaydırabilir. Son yıllarda yapılan çalışmalarda yeme bağımlığı ile bağırsak mikrobiyotası arasındaki ilişki dikkat çekmektedir. Bu derlemede, bağırsak mikrobiyotası ile yeme bağımlılığı arasındaki mekanizmaları incelemek amaçlanmıştır.
  • Öğe
    Relationship between nutritional literacy and quality of life in Turkish adults: a cross-sectional survey
    (Iranian Association of Health Education and Health Promotion and Mashhad University of Medical Sciences, 2024) Baş, Dilşat; Tontaş, Ebru; Kavuşan, Kerim Alper; Seçkiner, Selda; Sakar Schoınas, Ezgi; Kayak, Simge
    Background and Objectives: Nutrition literacy is a modifiable lifestyle risk factor, and addressing literacy-related barriers may help improve health outcomes, including quality of life. This cross-sectional and descriptive study examines the relationship between Turkish adult’s nutrition literacy and quality of life. Materials and Methods: We conducted online surveys with volunteers aged 18-65 with a minimum primary school education who provided consent. We used the evaluation Instrument of Nutrition Literacy (EINLA) scale to evaluate the nutritional literacy level of the participants and the 36-item short-form health survey questionnaire (SF-36) to evaluate the quality of life. SPSS v25.0 (IBM Corp., NY, USA) was used for the statistical analysis of the data. Results: Participants (n=1379) had a mean age of 33.89 (sd: 13.11) years; 1001(73%) were female, 776 (55%)were single, 822 (59.6%) were college graduates, 366 (26.5%)were overweight, 164 (11.9%) obese, and 177(12.8%)lived alone. There was a statistically significant correlation between the total nutrition literacy scores of the participants and their general health (r=0.220), physical function (r=0.351), physical role difficulty (r=0.088), function (r=0.253), pain (r=0.154) and mental health (r=0.213) (p<0.001). Except for the emotional role difficulty (p=0.128) and vitality (p=0.191) sub-dimensions of SF-36, there was a statistically significant correlation between the nutrition literacy level of the participants and their quality-of-life p<0.05 and p<0.001. Conclusion: Based on these results, as participants' nutritional literacy level increases, their quality of life improves. Therefore, this study confirms that improving nutrition literacy may positively affect the quality of life. Further research, however, needs
  • Öğe
    Effects of healthy nutrition barriers on the quality of life, body composition, and depression status of breast cancer patients
    (Turkiye Klinikleri, 2023) Baş, Dilşat; Çakir Biçer, Nihan
    Objective: The gap between the desire to promote health and adherence to healthy eating recommendations highlights the need to identify barriers for breast cancer (BC) survivors to achieve a healthy lifestyle. The present study aimed to reveal the barriers to healthy eating in BC patients and to evaluate the effects of these barriers on the body composition, quality of life, and depression status of BC patients. Material and Methods: Body composition was determined by bioelectric impedance analysis. The scale adapted from the literature was used to evaluate the perceived nutritional barriers (PNBs). The Short Form-36 (SF36) Health Survey was used to assess the quality of life, while the Center for Epidemiologic Studies Depression (CES-D) Scale was used to assess depression status. Results: The patients were interviewed after a median of 28 months (range: 6-192 months) after the diagnosis of BC. A weak negative correlation was observed between age and the PNB score (r=-0.209; p=0.020). Significant negative correlations were found between the PNB scores and the scores of all SF36 subscales (p<0.05 for all). Moreover, as the PNB scores of the patients increased, the CES-D scores also increased (r=0.25; p<0.01). Conclusion: Following the active treatment process, determining the nutritional barriers of BC patients, creating a nutrition plan, and regular monitoring could be effective steps to prevent obesity, which is a prognostic factor, and to improve the quality of life of BC patients.
  • Öğe
    The role of different methods in defining cardiometabolic risk and metabolic syndrome in women with polycystic ovary syndrome
    (MDPI, 2023) Biçer, Nihan Çakir; Ermiş, Asime Aleyna; Baş, Dilşat
    Polycystic ovary syndrome (PCOS) is one of the most frequent endocrine illnesses, often accompanied by visceral adiposity and metabolic syndrome (MetS). Visceral adiposity is an accurate predictor of MetS and cardiometabolic risk. This study aims to evaluate different anthropometric indices that can be used in PCOS and MetS risk assessment. A total of 66 women with PCOS (50%) and 66 controls (50%) were included, and clinical and biochemical parameters were evaluated. The body mass index (BMI), body shape index (ABSI), body roundness index (BRI), dysfunctional adiposity index (DAI), lipid accumulation (LAP) index, and visceral adiposity index (VAI) were calculated. The means of all indices were higher in the PCOS group (p < 0.05). The marker with the lowest discriminatory ability for PCOS and MetS was ABSI (AUC = 0.762 and AUC = 0.714, respectively, p = 0.000). According to the multivariate logistic regression model, the VAI and WC are strong predictors of PCOS (AUC, 98%; accuracy, 92%; sensitivity, 92%; and specificity, 91%), and WC, LAP index, and BRI are strong predictors of MetS (AUC, 0.95%; accuracy, 86%; sensitivity, 83%; and specificity, 88%). The use of different anthropometric indices in the detection of PCOS and MetS may allow for early diagnosis and treatment, and are simple and cost-effective.
  • Öğe
    Üniversite öğrencilerinin besin etiket bilgisi okuma tutumu ve gıda okuryazarlığı düzeylerinin değerlendirilmesi
    (2023) Baş, Dilşat; Kayak, Simge
    Üniversite dönemi, ev dışı besinlerin ya da paketli gıda tüketiminin arttığı, beslenme alışkanlıklarının ve besin seçimlerinin olumlu ya da olumsuz değişebildiği bir dönemdir. Gıda okuryazarlığı düzeyi ve besin etiketi okuma tutumu besin seçimi üzerinde etkili faktörler olabilir. Bu çalışma üniversite öğrencilerinin besin etiketlerini okuma tutumlarının ve beslenme okuryazarlığı düzeylerinin değerlendirilerek aralarındaki ilişkiyi incelemeyi amaçlamaktadır. Yüz yüze anket tekniği kullanılarak katılımcıların demografik özellikleri, antropometrik ölçümleri, beslenme alışkanlıkları ve etiket okuma alışkanlıkları sorgulanmış, beslenme okuryazarlığı düzeyini değerlendirmek için ‘Algılanan Gıda Okuryazarlığı Ölçeği’ (SPFL), besin etiketi okuma tutumunu değerlendirmek için ‘Besin Etiketi Okuma Tutum Ölçeği’ (BEOTÖ) kullanılmıştır. Çalışmaya 365’i (%69.8) kadın, 158’i (%30,2) erkek olan 523 üniversite öğrencisi dahil edilmiştir. Katılımcıların SPFL toplam puan ortalaması 91.14±13.72, BEOTÖ toplam puan ortalaması 71.15±15.56 olarak bulunmuştur. Öğrencilerin SPFL düzeyi ile BEOTÖ puanları arasında istatistiksel olarak anlamlı ve pozitif yönlü bir ilişki saptanmıştır (r=0.441; p<0.001). Sebze (r=0.150 ve r=0.250; p=0.001 ve p<0.001), ve tam tahıllı ürünlerin (r=0.150 ve r=0.203; p=0.001 ve p<0.001) tüketim sıklığı arttıkça BEOTÖ ve SPFL puanlarının arttığını, meyve (r=0.250; p<0.001) tüketim sıklığı artışı ile de SPFL puanları arasında pozitif korelasyon olduğu bulunmuştur. Beslenme veya sağlık eğitimi alan bölüm öğrencilerinin SPFL ve BEOTÖ puanları diğer öğrencilere göre istatistiksel olarak anlamlı derecede daha yüksek bulunmuştur. Besin etiketi okuma tutumuna etki eden bağımsız değişkenlerin alkol tüketimi, gazlı içecek tüketimi, SPFL düzeyi olduğu saptanmıştır. Beslenme okuryazarlığı düzeyinin geliştirilmesi yoluyla besin tercihlerinin iyileştirilmesi mümkün olabilir. Bu sonuçlar besin etiketi okuma tutumunun arttırılmasının sağlıklı besin tercihlerinin oluşturulmasında önemli bir adım olduğunu göstermektedir. Gelecekte genç nesillerin beslenme okuryazarlığı ve etiket okuma tutumlarının geliştirilmesine yönelik yeni araştırma ve projelere ihtiyaç vardır.
  • Öğe
    An analysis of phase angle and standard phase angle cut-off values and their association with survival in head and neck cancer patients undergoing radiotherapy
    (Churchill Livingstone, 2023) Baş, Dilşat
    Objective The objective of this study is to identify the cutoff values for phase angle (PA) and standard phase angle (SPA) parameters, as determined by bioelectrical impedance analysis (BIA), for predicting malnutrition and investigating their association with overall survival in head and neck cancer (HNC) patients undergoing radiotherapy. Methods In this study, nutritional assessment and follow-up of HNC patients undergoing radiotherapy (RT) between November 2017 and September 2022 were assessed. Nutritional assessment, body composition (BC), and PA results obtained from BIA (Tanita MC-980) were retrospectively evaluated. Statistical Package for Social Sciences (SPSS) version 25.0 (IBM Corp., Armonk, NY, USA) was used for statistical analysis. The results were evaluated at a confidence interval of 95% and a significance level of p ? 0.05. Results A total of 53 patients, including 37 (70%) men and 16 (30%) women, with a median age of 60 (23–87 years) were included. The median follow-up time was 51 (range 24–59) months. The mean PA of the patients was calculated as 4.99° (±0.92, 95% CI: 4.74–5.25). The PA of patients with malnutrition (4.66° ± 0.87) was lower than that of well-nourished patients (5.71° ± 0.56) (p < 0.001). As a result of the ROC analysis based on this finding, the ideal PA cut-off point for determining the presence of malnutrition was found to be 5.65, with a sensitivity of 85%, specificity of 79%, accuracy of 83%, and a model discrimination power of excellent level (AUC: 85%, p < 0.001). The median overall survival time of the patients was calculated as 51 months (24–59 months). The mortality rate during the follow-up period was 13%, while the 1-, 3-, and 5-year overall survival rates of the patients were 96.1%, 89.3%, and 86.8%, respectively. Patients with SPA values less than -1.65 had a 5-year overall survival rate of 77.4%, while those with SPA values greater than or equal to -1.65 had a 5-year overall survival rate of 100% (p = 0.030) Conclusion Our study recommends using PA and SPA as standard criteria for detecting malnutrition in HNC patients undergoing RT, with cut-off points of 5.65 and -1.65 respectively, to prevent treatment interruptions and improve outcomes. Further research is needed to validate the SPA cut-off value and its relationship with clinical outcomes, as SPA may be a more effective predictor of malnutrition and overall survival than PA alone.
  • Öğe
    Is virtual nutritional counseling efficacious for cancer patients during the COVID-19 pandemic?
    (SAGE Publications Ltd., 2023) Baş, Dilşat; Sönmez, Özlem; Koç, Elif Sitre; Celayir, Özde Melisa; Hajhamidiasl, Ladan; Tontaş, Ebru
    This study investigates the outcomes of virtual nutritional counseling (VNC) for oncology patients during the Covid-19 pandemic. Our study evaluated the nutritional status data of cancer patients at the baseline and after VNC. An oncology dietitian evaluated the patients by video calling each patient via WhatsApp and sent an individual nutrition diet plan and recommendations via e-mail. Patient-Generated Subjective Global Assessment (PG-SGA) was used as a screening and evaluation tool to assess nutritional status. A total of 157 patients with a mean age of 55.8 ± 14.7 (r = 19–89) were included in the study. Researchers detected at least one nutrition-related sign in 77.7% of patients. After the VNC and based on the final PG-SGA assessments, 62.2% of the patients whose baseline PG-SGA Score-B improved to Score-A, 12.5% with a baseline PG-SGA Score-C improved to Score-A and 54.2% with a baseline Score-C improved to a Score-B (?2 = 55,000, P < 0.001). Based on the number of VNCs, the improvement in malnutrition status following two sessions and three or more sessions was found to be 17.6% and 35.7%, respectively (P < 0.001). Our results confirm that VNC can improve the nutritional status of cancer patients. Hence, nutritional counseling should be an integral part of oncological treatment.
  • Öğe
    The relationship between PG-SGA scores and nutritional status of patients receiving chemotherapy
    (Mattioli 1885, 2022) Baş, Dilşat; Sönmez, Özlem; Öngen, Nilay; Taşçı, Elif Şenocak
    Background: Cancer patients are at risk of malnutrition even before diagnosis. Herein, we aimed to determine the nutritional education status of cancer patients; define the malnutrition rate with the PG-SGA evaluation method; determine the use of oral nutritional support; and to evaluate the relationship between these parameters. Materials/Methods: PG-SGA malnutrition assessment tool and questionnaire about nutrition education status and oral nutritional support were carried out among 281 cancer patients treated in the chemotherapy unit of a private health institution. Results: We found that 56.1% of the patients received their nutritional information from the doctors. There was not a significant relationship between nutritional education status and malnutrition. According to the PG-SGA evaluation, 37.7% of the patients were moderately malnourished and 6.8% were severely malnourished. However, it is seen that 72.5% of malnourished patients do not receive oral nutritional support. The PG-SGA results revealed that albumin was significantly lower in patients with severe malnutrition compared to other groups. It was found that malnutrition was overlooked in 82% of patients when evaluated with BMI alone. Conclusion: PG-SGA is a tool that should be used routinely among chemotherapy patients. The validity of the PG-SGA short form should be conducted as it may provide ease of application and widespread use.
  • Öğe
    Validation of bioelectrical impedance analysis in the evaluation of body composition in patients with breast cancer
    (John Wiley and Sons Inc., 2022) Baş, Dilşat; Arıbal, Mustafa Erkin; Vardareli, Erkan; Sönmez, Özlem; Oyan, Başak; Özden, Burcu Çelet; Sonkaya, Alper
    Background:The evaluation of body composition is an essential parameterfor preventing obesity and sarcopenic obesity, which are prognostic factors inbreast cancer. This study aims to validate the bioelectrical impedance analysis(BIA) of women who are breast cancer survivors by using the dual-energyx-ray absorptiometry (DXA) measurement method.Methods:This validation study included 104 women without metastasisbetween 32 and 72 years old (mean 47.03 ± 8.59) whose treatment wascompleted 6 months prior. Body composition analysis was performedsequentially using both measurements and when participants were hungry.Results:Meaningful differences were found in fat-free mass (FFM)(BIA: 46.57 ± 5.54 kg; DXA: 41.06 ± 5.11 kg), body fat percentage (%BF)(BIA: 34.28% ± 6.24%; DXA: 43.91% ± 5.58%), body fat mass (FM) (BIA:25.37 ± 8.84 kg; DXA: 31.24 ± 9.09 kg), and lean soft tissue mass (LSTM) (BIA:4.42 ± 5.66 kg; DXA: 38.75 ± 4.98 kg) (P< 0.001). Powerful associations forbody FM and strong associations for other parameters were seen. A constantand/or proportional error was found between the two devices within thedirection of strong and solid components. Compared with DXA, the BIAmeasurement gives a lower estimate of %BF and FM and a higher estimate ofLSTM and FFM.Conclusions:By the mathematical relationship between the two measure-ment methods, it seems possible to adapt the body composition parametersobtained from BIA of patients with breast cancer to DXA results. In the future,there will be a need to evaluate these two devices with more extensive studies.
  • Öğe
    The true prevalence of cervical inlet patch in a specific center dealing with esophageal diseases
    (Verduci Editore s.r.l, 2022) Akar, Tarık; Aydın, Sadık
    OBJECTIVE: Cervical Inlet Patch (CIP) is an interesting entity that is little known and often neglected by endoscopists. It has always been reported as less than expected. In this article, for the first time in the literature, we want to measure the true prevalence of CIP in a center dealing with specific esophageal diseases. PATIENTS AND METHODS: From October 2020 to October 2021, a total of 283 patients, aged 15-95 years, with mainly dyspeptic and reflux-like complaints were included in this study. All endoscopic procedures were performed carefully by a single endoscopist. Patients were examined for any possible presence of CIP, with adequate sedation and time. RESULTS: The prevalence of CIP, which was the primary aim of our study, was detected at a rate of 14.8%. Most CIP was observed as a single lesion (73.8%), and many of them (45.2%) were larger than 10 mm. Plenty of patients had upper endoscopy due to dyspeptic complaints, but only 2.5% of them presented with a preliminary diagnosis of laryngeal reflux. CONCLUSIONS: The true CIP prevalence is higher than reported before. Our result is the highest prevalence rate of CIP was detected in Turkey. In this regard, data coming from centers dealing with specific esophageal diseases may be more reliable and true.